Haberler

Depremzedelerin Hukuksal Hakları 2. Bölüm

Depremde zarara uğrayan vatandaşlarımızın ‘ CEZA HUKUKU ‘ açısından haklarını ve neler yapması gerektiğini dün bir kısım halinde aktarmıştık. Bugünkü kısımda da ’ ÖZEL HUKUK ‘alanında neler yapılması ve yol haritasının nasıl olması gerektiğine değineceğim.

Ülkemizde yaşanan yüzyılın en büyük deprem felaketinin ardından; çevre ve halk sağlığı, yerleşim, barınma, beslenme, iletişim, güvenlik ve benzeri konularda alınmış ve alınması gereken önlemler, verilmiş ve verilmesi gereken hizmetler olduğu gibi hukuk alanında da yapılması gereken iş ve işlemler vardır. Depremde zarara uğrayan vatandaşlarımızın ‘ CEZA HUKUKU ‘ açısından haklarını ve neler yapması gerektiğini dün bir kısım halinde aktarmıştık. Bugünkü kısımda da ’ ÖZEL HUKUK ‘alanında neler yapılması ve yol haritasının nasıl olması gerektiğine değineceğim.

 A- Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Alınması:

Deprem sonucu ölüm meydana gelmiş ise, ölenin mirasçılarının mirasçılık sıfatını ispat edebilmesi için öncelikle mirasçılık belgesi (veraset ilamı alması gereklidir. (Türk Medeni Kanunu Md. 598) Yasal mirasçılardan biri, mirasçılık belgesini (veraset ilamını) Noterliğe veya oturduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesine tek başına başvurarak alabilir.

Nüfus kayıtlarına göre yasal mirasçı olmayanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar veya çift vatandaşlık durumu olanlar, mirasçılık belgesini noterlikten isteyemez, bu hâlde mirasçılardan biri oturduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesine başvurabilir. (Noterlik Kanunu Md. 71/B,HMK Md. 11)

Mirasçılık sıfatının ispatı ve dolayısıyla mirasçılık belgesi, ölenin tarafı olduğu davaların takip edilebilmesi yanında ölümden itibaren dört (4) ay içinde yerine getirilmesi gereken veraset intikal vergisi beyannamesi içinde gereklidir.

Mirasçılık belgesinin alınabilmesi için gerekli belgeler şunlardır:

Eğer noterliğe başvuruluyorsa; başvuranın T.C. kimlik numarasının yazılı olduğu kimlik belgesi, yasal temsilcinin veya vekilin başvurması hâlinde temsilci olduğunu ispat eden belge (mahkeme kararı, vekâletname vs.) Eğer sulh hukuk mahkemesine başvuruluyorsa; dilekçe yanında başvuranın T.C. kimlik numarasının yazılı olduğu kimlik belgesi, ölenin nüfus kayıt örneği, ölüm belgesi, yasal temsilcinin veya vekilin başvurması hâlinde temsilci olduğunu ispat eden belge (mahkeme kararı, vekâletname vs.)

B- ÖZEL HUKUK YÖNÜNDEN

Dolayısıyla öncelikle ölümün nüfus siciline kaydı gereklidir. Nüfus siciline ölümün kaydı için ölüm olayı, ilgili yönetmeliğe göre düzenlenen ölüm belgesiyle on (10) gün içinde nüfus sicil müdürlüğüne bildirilir. Doğal afetlerde vali veya kaymakam tarafından görevlendirilen memurlar ölümü bildirmekle yükümlüdür. Eğer kişinin cesedine ulaşılamamış ancak öldüğü düşünülüyorsa bu hâlde duruma göre ölümüne kesin gözle bakılan bir olayda kaybolduğu kabul edilerek “ölüm karinesi” hükümleri uygulanır. Ancak kişinin enkazdan sağ çıkmış olması ihtimal dahilinde ise bu hâlde “gaiplik” karinesi Hükümleri uygulanır. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 32. maddesine göre “Bir kimse ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile müracaat edilen yerin mülkî idare amirinin emri ile ölüm tutanağı düzenlenerek ölüm olayı işlenir. Bu madde uyarınca işlem yapılabilmesi için ölüm karinesi bulunan kişinin alt veya üst soyundan bir kişinin ya da kardeşlerinin, bunlar yoksa mirasçılarının dilekçe ile başvurarak olayı belgelendirmeleri ya da yetkili makamların durumu resmî bir yazı ile nüfus müdürlüğüne bildirmeleri gereklidir” Böyle bir durumda öldüğü düşünülen kişinin altsoyundan veya üstsoyundan bir kişi, kardeşleri, yoksa mirasçıları nüfus müdürlüğüne herhangi bir süre geçmesini beklemeden yazılı olarak başvurabilir. Eğer kişinin ölümüne kesin gözle bakılmıyorsa Türk Medeni Kanunu’nun 32. maddesine göre “Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir”. Dolayısıyla böyle bir durumda mirasçı olabilecek kişiler kaybolan kişinin son yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesine en erken depremden itibaren bir (1) yıl sonra başvurabilir. Altı (6) ay arayla iki kez ilan verildikten sonra kişinin yaşayıp yaşamadığı hakkında bilgi edinilemezse gaiplik kararı verilir ve ölüme bağlı haklar gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır. Depremde aynı aileden birden fazla kişinin ölmesi hâlinde, hangi aile üyesinin daha önce öldüğü tespit edilemezse, “birlikte ölüm karinesi” geçerli olur. Türk Medeni Kanunu’nun 29. maddesine göre “Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır”. Aynı anda ölmüş sayılmaları hâlinde ölen kişiler birbirine mirasçı olamaz. Eğer mirasçılar mirası reddetmek istiyorsa ölümden itibaren üç ay içinde ölenin son yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesine sözlü veya yazılı beyanla ret hakkını kullanabilir. Eğer mirasçılar ölümü daha geç öğrenmişse süre ölümü öğrenmelerinden itibaren işler.

b- Delil Tespiti Yaptırılması:

Bina, dükkân gibi taşınmaz veya otomobil, kamyon, mobilya, mefruşat vb. gibi taşınır mallarda oluşan maddi zararlardan dolayı gerek idarelere karşı gerekse özel kişilere karşı açılabilecek tazminat davalarına esas olmak ve delil teşkil etmek üzere hasarlı malların bulunduğu yerdeki Sulh Hukuk veya Asliye Hukuk Mahkemesine yazılı olarak (dilekçe) başvuruda bulunularak delil tespiti yaptırmak gerekmektedir. İdarenin hizmet kusuruna dayalı olarak tazmin yükümlülüğü kapsamında idare mahkemelerinde dava açılacak ise idare mahkemelerinden de dava açıldıktan sonra (uygulaması çok olmamakla birlikte) delil tespiti yaptırılması istenebilir. Ancak sulh ve asliye hukuk mahkemelerinde uygulanırlık hızlı ve daha çabuk olacağından sürelere riayet açısından bu mahkemelerin tercih edilmesi daha uygun olacaktır. Yargısal süreçlerin hızlı ve güvenilir işletilebilmesi için destek verebilecek üniversiteler, meslek odaları, enstitüler ve derneklerden faydalanılması yerinde olacaktır. Delil tespit istemi başvurusunu zarara veya hasara uğrayan malların sahibi olan kişilerin, bunlar sağ ise kendi, sağ değil ise mirasçılarından herhangi birinin yapması ve başvuru dilekçesinde hasara uğrayan malvarlığının durumu ile zarar miktarının tespitini istemesi önemlidir. Vatandaş olarak bizzat veya vekillerinizin notere başvurusu ile internette yer alan haberleri, videoları (özellikle yapı kayıt belgelerinin yok edilmeye çalışıldığı haber ve videoları) e-tespit yoluyla tespit ettirip kanıt niteliğinde resmileştirebilmek de mümkündür. Yapı enkazının ya da hasar gören taşınır malların delil tespiti yapılmadan kaldırılmış olması veya başkaca bir mücbir nedenle delil tespiti yaptırmak mümkün olmadığı takdirde Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair 7369 sayılı yasanın 13/a maddesi ile yetkilendirilen kurum ve kuruluşlarca düzenlenmiş olan Hasar Tespit Raporlarına da açılacak tazminat davalarında delil olarak dayanmak mümkündür. Aynı zamanda yetkili kurum ve kuruluşlarca düzenlenmiş emsal hasar tespit raporlarına da delil olarak dayanmak mümkündür. Ancak açılacak davalarda, özellikle kamu idareleri aleyhine açılacak davalarda idarelerin taraf olacağı ve idarelere de kusur yüklenebileceği de dikkate alındığında, zarar-ziyan tespitlerini kamu idaresinin insafına bırakmadan depremzedeler tarafından sayılan mahkemelere başvurularak yaptırılmaları, gerçeğin açığa çıkarılması yönünden daha isabetli

olacaktır.

c- Maddi ve Manevi Tazminat Davaları:

Depremde ölüm, yaralanma gerçekleşmesi hâlinde ölenin mirasçıları ile belirli yakınları ve yaralanan kişiler, taşınır veya taşınmaz malları zarar gören kişiler, aşağıda açıklanan durumlarda, maddi ve manevi tazminat isteme hakkına sahiptir. Öncelikle depremde meydana gelen zarar, deprem sebebiyle yıkılan, yarılan, düşen yapı eserinin kötü yapılmış veya gereği gibi bakılmamış olmasından kaynaklanmalıdır. Söz konusu yapı eseri bina, kule, direk, asansör, yol, köprü, kaldırım, pist, iskele gibi toprağa geçici veya sürekli olarak bağlı durumda bulunan ve insan eliyle yapılmış her tür yapıdır.

Yapı eserinin kötü yapılması bilimsel, fenni, teknik kurallara uygun yapılmaması anlamına gelir. İmar kurallarına ve bilimsel kurallara aykırı biçimde yapılması hâlinde eserin (binanın) kötü (ayıplı) olduğu sonucuna varılır. Eğer binada oturan veya işyeri sahibi kişiler, yapının taşıyıcı kısımlarına zarar verdiği takdirde (duvarları yıkmak, kolonları kesmek gibi) bu davranış “müterafik (birlikte) kusur” sayılır ve duruma göre yapının kötü yapımıyla zarar arasındaki nedensellik bağının kesildiği sonucuna varılırsa sorumluluk doğmayabilir, nedensellik bağının kesilmediği sonucuna varılırsa tazminata hükmedilebilir. Depremde yıkılan yapılar sebebiyle enkaz altında kalan kişilerin aranıp kurtarılması konusundaki faaliyetlerin idare tarafından zamanında, bilimsel ve teknik kurallara uygun biçimde yerine getirilmemesi sebebiyle gerçekleşen ölüm ve yaralanma nedeniyle zarar gören kişiler de maddi ve manevi tazminat isteme hakkına sahiptir. Bu konu idari yargıyla ilgili başlık altında açıklanmıştır.

i- Sorumluluğun Dayanağı ve Sorumlunun Belirlenmesi

Eğer bina veya benzeri bir yapı eseri yıkılmış veya yıkılmasa da hasarlı hale gelmiş ise; Zarar gören, kiracıysa kira sözleşmesine dayanarak kiraya veren kişiye karşı tazminat davası açabilir. Eğer yapı yıkılmamış ve onarılabilir durumdaysa kiraya verenden ücretsiz olarak ayıbın giderilmesini isteyebilir. Ancak kiraya verenin bir kusuru bulunmuyorsa tazminat ödemekten kurtulabilir ancak onarma yükümlülüğünden kurtulamaz. Zarar gören, konut veya işyerinin sahibiyse satış sözleşmesine dayanarak satın aldığı kişiye karşı ya da eser sözleşmesine dayanarak yükleniciye (müteahhit) karşı tazminat davası açabilir. Eğer yapı yıkılmamış ve onarılabilir durumdaysa satıcıdan veya yükleniciden ücretsiz olarak ayıbın giderilmesini ya da ayıp oranında bedelin indirilmesini isteyebilir. Yapı yıkılmış veya ağır hasarlı hale gelmişse satış sözleşmesinde veya eser sözleşmesinde yapının sahibinin sözleşmeden dönme hakkı da saklıdır. Satıcı doğrudan zararları gidermekten ve onarma yükümlülüğünden kusuru olmasa bile kurtulamaz, ancak dolaylı zararları gidermekten kusuru olmadığını kanıtlayarak kurtulabilir. Zarar gören, konut veya işyerinin sahibiyse Yapı Denetimi Hakkında Kanun gereğince yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı yüklenicisine (müteahhidine) karşı tazminat davası açabilir. Yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılması bu yasaya göre sorumluluk sebebidir. Zorunlu deprem sigortası ( DASK) bulunan yapılar için Doğal Afet Sigortaları Kurumu, depremden dolayı meydana gelen maddi hasarlar için 25.11. 2022’den itibaren 640.000 TL üst sınırına kadar olmak üzere ev sahibi olan sigortalıya sigorta tazminatı öder. Afet Sigortaları Kanunu madde 13’e göre “Zorunlu deprem sigortası bulunan ve deprem nedeniyle hasar gören binalara ilişkin tazminat, gerekli bilgi ve belgeler ile hasar tespitinin tamamlanmasını müteakip en geç otuz gün içinde ödenir”. Zarar görenler bu kapsamda olmak üzere Alo Dask 125, e-Devlet veya SMS üzerinden başvuruda bulunabilir. İsteğe bağlı deprem sigortası bulunan yapılar için sigortalıya sigorta şirketi tarafından sigorta poliçesindeki üst sınıra bağlı olarak meydana gelen maddi hasar için sigorta tazminatı ödenir. Zarar gören ile arasında sözleşme ilişkisi olsun olmasın zarar görenler, yüklenici, denetçi mimar ve mühendisler gibi kusurlu kişilere ve kusuru olsun olmasın yapı eseri sahibine karşı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiil hükümlerine göre tazminat davası açabilir. Yüklenici, denetçi mimar ve mühendisler gibi yapının kötü yapılmasında her tür kusuru, ihmali bulunan kişiler, yapıda otursun oturmasın o yapı sebebiyle zarar gören herkese karşı sorumlu olur, bu kişilere karşı tazminat davası açılabilir. Yüklenicinin, binayı projelendiren mimarın, denetleyen mühendisin bilimsel ve teknik esaslara uygun şekilde davranmamaları, kalitesiz malzeme ve işçilik kullanmaları hâlinde kusurlu davrandığı kabul edilir. Yapı eseri sahibi Türk Borçlar Kanunu madde 69 gereğince yapı eserinin yapımındaki bozukluk veya bakımındaki eksiklik sebebiyle doğan zarardan yapıda otursun oturmasın o yapı sebebiyle zarar gören herkese karşı, kötü yapım veya bakımdan ötürü kusuru bulunmasa dahi sorumlu olur, bu kişiye karşı tazminat davası açılabilir. Zarar gören kişiler, yerel yönetimlere veya valiliklere ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği (eski adıyla Bayındırlık ve İskân) Bakanlığına tazminat davası açabilir. İmar Kanunu’na göre yapıya kat, inşaat ve oturma izni veren ya da imara ve iskana açılmaması gereken alanı imara açan yerel yönetimler ile imar planlarını onaylayan ve ruhsat veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sorumludur. Türk Borçlar Kanunu’na göre farklı hukuki sebeplerle zarardan sorumlu olan kişiler zarar görenlere karşı müteselsil olarak sorumlu olur, bu nedenle tazminat davası açma hakkına sahip kişiler aynı davada hepsine birden veya istediği birine veya birkaçına karşı dava açabilir.

ii- Tazminat İsteyebilecek Kişiler ve İstenebilecek Zararlar

Deprem sebebiyle hasar gören veya yıkılan yapılar sebebiyle, Ölüm gerçekleşmişse ölenin yasal mirasçıları, cenaze giderlerinin ve eğer ölüm hemen gerçekleşmemişse karşılanmamış tedavi giderlerinin ve iş göremediği sürede meydana gelen kazanç kaybının giderilmesini isteyebilir; ölenin ölmeden önce süregelen maddi desteğini veya ölmeseydi gelecekteki muhtemel maddi desteğini kaybeden kişiler (ölenin birlikte yaşadığı kişi, çocuğu, anne babası, nişanlısı gibi), destekten yoksun kalma zararının giderilmesini isteyebilir; ölenin yakınları (eş, anne, baba, çocuk gibi) ayrıca manevi tazminat isteyebilir. Beden bütünlüğü bozulmuşsa (yaralanma, hastalık, engellilik gibi), yaralanan kişi, karşılanmamış tedavi giderlerinin, dürüstlük çerçevesinde yapılan bakım giderlerinin, geçici iş göremezlik hâlinde çalışamadıkları süreyle sınırlı olarak uğradığı maddi zararın (yoksun kalınan kazanç), çalışma gücünde kalıcı bir eksilme var ise, fiilen çalışmıyor olsa bile, sürekli iş göremezlik zararının giderilmesini isteyebilir ve ayrıca manevi tazminat isteyebilir. Ağır yaralanma hâlinde yaralananın yakınları sadece manevi tazminat isteyebilir. Taşınır veya taşınmaz malların kısmen veya tamamen hasara uğraması hâlinde, mal sahipleri malda meydana gelen değer kaybı, onarım giderleri, onarım süresince malın kullanılamaması sebebiyle yapılan masraflar gibi maddi zararların giderilmesini isteyebilir. Taşınır ve taşınmaz malları kısmen veya tamamen hasara uğrayanlar; yukarıdaki (B/b) maddede açıklandığı biçimde delil tespiti yaptırmış iseler bu tespit aşamasında belirlenen zararı, tespit yaptırmamış iseler zararın kapsamını zarar görenin ispat yükü bulunmaktadır. Uğranılan zararın tutarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler. Destekten yoksun kalma zararına veya cismani zarara uğrayanların zararı aktüerya uzmanı bilirkişilere hesaplatılır, başlangıçta zarar gören zarar tutarını tam bilemediği takdirde belirsiz alacak davası açabilir. Açılacak davalarda davacılar, zarara olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesini istemelidir.

iii- Davaların Tâbi Olduğu Süreler

Davaların tabi olduğu süreler bakımından idareye karşı açılan davalar ile diğerleri arasında ayrım yapılır. İdare dışında kişilere karşı hukuk mahkemelerinde açılacak davalarda talep ve dava hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresi; Yapıda meydana gelen zarar satıcının veya yüklenicinin ağır kusurundan (kast veya ağır ihmal) kaynaklanıyorsa yirmi (20) yıldır, ağır kusur yoksa taşınmaz yapılar için beş (5) yıl, taşınırlar için iki (2) yıldır. Dava sigorta sözleşmesine dayanıyorsa sigorta tazminatı alacağının muaccel olmasından itibaren iki yıl, herhâlde rizikonun gerçekleşmesinden itibaren altı (6) yıldır. Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a dayanarak yapı yüklenicisine, yapıdenetim firmasına, eser sahibi mimara, denetçi mimar veya mühendise, laboratuvar görevlilerine karşı açılan dava için yapının taşıyıcı sistemi için on beş (15) yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımları için iki (2) yıl olup bu süre yapı kullanma izninin alınmasından itibaren işler. Dava haksız fiile ilişkin Türk Borçlar Kanunu hükümlerine dayanıyorsa zararın ve sorumlunun öğrenilmesinden itibaren iki (2) yıl, her durumda “fiilin işlendiği tarihten başlayarak” on (10) yıldır. Zarar yapının kötü yapıldığı tarihte değil depremle birlikte doğduğu için amaca uygun yorumla on (10) yıllık sürenin deprem tarihinde işlemeye başlayacağı

kabul edilir. Ayrıca tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Dolayısıyla haksız fiile dayanan tazminat davasının tâbi olduğu zamanaşımı süresi, olası kastla öldürme hâlinde yirmi (20) yıl, bilinçli taksirle öldürme hâlinde on beş (15) yıldan az olmaz.

iv- Görevli ve Yetkili Mahkeme

Kiraya verene, satıcıya, yükleniciye, sigorta şirketine karşı sözleşmeye dayanarak açılan davaların davalıların yerleşim yeri veya depremin olduğu yerdeki hukuk mahkemelerinde açılması gerekir. Kira sözleşmesinde Sulh Hukuk Mahkemesi, konut için yapılan satış, eser (yüklenicilik), sigorta sözleşmesinde Tüketici Mahkemesi, ticari davalarda Ticaret Mahkemesi görevli mahkemedir. Tüketici Mahkemesinin bulunmadığı yerlerde Asliye Hukuk Mahkemesi Tüketici Mahkemesi sıfatıyla görevlidir. Yükleniciye, projelendiren mimara, denetleyen mimar veya mühendise, yapı denetim firmasına ya da yapı sahibine karşı açılacak dava haksız fiil hükümlerine dayanıyorsa davacı, davalının yerleşim yerindeki, depremin olduğu yerdeki veya kendi (davacının) yerleşim yerindeki Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açabilir.

d- Zayi Belgesi Alınması:

Ticaret ile uğraşanlar, serbest meslek erbabı olanlar vergi ve diğer yasaların emrettiği defter ve kayıtları tutmak ve yasaların öngördüğü sürece bunları saklamak zorundadırlar. Deprem sonucu sözü edilen defter ve kayıtların kayıp olmuş veya hasar görmüş olması muhtemeldir. Bu durumda ve ileride vergi yasaları yönünden kusurlu duruma düşmemek ve ceza ödememek için Türk Ticaret Kanunu’nun 68. maddesi gereğince, işyerinin bulunduğu yerdeki Ticaret, yok ise Asliye Hukuk Mahkemesine yazılı bir dilekçe ile başvurmak sureti ile zayi belgesi alınması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanunu’nun 68. maddesinde, her ne kadar zayi belgesi alınması için öngörülen süre, anılan belgelerin kaybolduğunun veya hasar gördüğünün öğrenildiği tarihten itibaren on beş (15) gün olarak belirtilmiş ise de; yaşanan deprem felaketi sonrasında 1.9.1999 tarihli ve 23804 mükerrer sayılı Resmî Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren 574 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu süre iki (2) aya çıkartılmış ve mükelleflerin il veya ilçe idare kurullarından aynı süre içinde alacakları zayi belgeleri de yetkili mahkemeden alınmış belge hükmünde sayılmıştır. 06.02. 2023 tarihinde meydana gelen depremle ilgili de böyle bir tarihin belirlenmesi beklenir. Zayi belgesinin alınması Vergi Usul Kanunu’nun defter ve belgelerin ibraz yükümlülüğüne bağlı yaptırımları ortadan kaldırması bakımından önemlidir. O nedenle ellerinde yukarda sözü edilen il ve/veya ilçe idare kurullarından alınmış zayi belgesi olanların, zayi belgesi almak için mahkemeye başvurmalarına gerek yoktur. Bu belgenin alınması için mahkemeye ya da il ve/veya ilçe idare kurullarına yapılacak başvuruların; eğer sağ ise bizzat mükellef veya yetkili vekili, sağ değil ise veraset ilamıyla herhangi bir mirasçı ya da yetkili vekili tarafından yapılması gerekmektedir.

e- Açılması Gereken Menfi Tespit ve Senet iptali Davaları:

Müteahhit satıcı veya kooperatiflere hasar gören bina bedeline karşılık senet veya çek veren kişilerin, bu senet veya çeklerin yıkılan/hasar gören inşaat ya da binaya karşılık olarak verildiğini ileri sürmek sureti ile yetkili hukuk mahkemesinde dava açmaları ve borçlu olmadıklarının tespiti ile verdikleri çek veya senetlerin iptalini istemeleri gerekir. Bu davayı sağ ise bizzat borçlunun kendisinin veya yetkili vekilinin, sağ değil ise mirasçılarının veya bunların yetkili vekillerinin açması gerekmektedir.

f- İş Kanunu Kapsamında Olan İşçilerin Tazminat ve İşçilik Alacakları:

i. Kıdem tazminatı

4857 sayılı Kanun’un 120. maddesi uyarınca yürürlüğü devam eden 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca, deprem sonucu yaşamını yitiren işçinin yasal mirasçılarının, mirasçı olduklarını belgeleyerek, işverenden kıdem tazminatını isteme hakkı vardır. Kıdem tazminatına hak kazanılması için, işçinin en az bir (1) yıllık kıdeminin olması gerekir. Bir yıllık sürenin hesabına işe başlanan gün ile işten çıkarılan gün dahil edilir. Yine, çalışma süresinin hesabında, aynı işyerinde birden fazla işveren bünyesindeki ya da aynı işveren bünyesinde birden fazla işyerlerindeki çalışmalar birleştirilir. Kıdem tazminatının işverene yapılacak başvuru üzerine hemen ödenmesi gerekir. Ödemede gecikilen süre için bankalarca TL mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı üzerinden faiz istenmeli ve hesaplanmalıdır. Hemen ödenmesi gereken bu tazminatın ödenmemesi durumunda, ölen işçinin yasal mirasçılarının, noterden veya sulh hukuk mahkemesinden veraset ilamı çıkarttıktan sonra en yakın adliye Arabuluculuk Bürosuna başvuru yaparak işveren ile arabuluculuk görüşmesi sürecini başlatabilirler. Alt işverenlik (taşeronluk) ilişkisi varsa, asıl ve alt işveren ortaklaşa (müşterek ve müteselsil) sorumludur. Kamu kurumlarında çalışan işçinin, alt işveren işçisi de olsa, kıdem tazminatının ödenmesinden doğrudan ilgili kamu kurumu sorumludur. Yapılacak arabuluculuk görüşmesinde anlaşma olmazsa arabuluculuk tutanağı da eklenerek işverenin yerleşim yeri ya da işçinin çalıştığı yerdeki İş Mahkemesine başvurmak sureti ile, çalışılan her tam yıl ve yıldan artan süreler için, otuz (30) günlük brüt ücret üzerinden hesaplanacak kıdem tazminatını, gecikilen süre için en yüksek mevduat faiziyle birlikte talep ve dava etmeleri gerekmektedir. Kıdem tazminatı, işçinin vefatı tarihinden itibaren beş (5) yıl içerisinde istenebilir. Arabuluculukta geçen süre bu beş yıllık zamanaşımı süresinden mahsup edilir. Kıdem tazminatı işçinin son giydirilmiş brüt aylık ücretine göre hesaplanır. İşçinin her bir yıl çalışması için (toplu iş sözleşmelerinde ya da bireysel iş sözleşmesinde bunun üzerinde bir süre öngörülmemişse) bir aylık giydirilmiş brüt ücret tutarı üzerinden kıdem tazminatı hesaplanır, bir yıldan artan süreler için de kıdem tazminatı oranlama yoluyla hesaplanır.

ii. Yıllık izin ücreti alacağı

Bir tam yıl çalışma süresini doldurmuş olan işçinin her bir tam yıl için, kıdem süresine göre hak kazandığı yıllık ücretli izin sürelerinden kullanılmamış süreler varsa, iş akdi hangi sebeple sona ermiş olursa olsun (depremde vefat eden ya da vefat etmese de hiçbir sebep göstermeden istifa etmek suretiyle iş akdini feshetmesi hâli de dahil) kullanılmamış bu yıllık izin sürelerine ait ücretler de talep edilebilir. Yıllık izin süresi (toplu iş sözleşmelerinde ya da bireysel iş sözleşmesinde bunun üzerinde bir süre öngörülmemişse) 18 yaşından büyük, 50 yaşından küçük işçiler için ilk beş (5) yılda her bir tam yıl için on dört (14) gündür. 18 yaşından küçük ve 50 yaşından büyük işçilerin yıllık izin süresi yirmi (20) günden az olamaz. Yıllık izin ücreti işçinin son temel ücreti üzerinden hesaplanır.

iii. Ücret ve ücret benzeri diğer işçilik hakları

İşçinin vefatından önceki çalışmasının karşılığı olan ücretleri, fazla çalışma ücretleri, hafta tatili, bayram ve genel tatillerdeki çalışmalarına ait ücretleri, prim, ikramiye, ilave tediye ödemesi vb. parayla ölçülebilen hakları işverenden talep edilebilir.

Belirtilen alacaklar için de öncelikle dava şartı arabuluculuk başvurusunda bulunulması ve anlaşma sağlanamadığı taktirde alacakların tahsili için İş Mahkemesinde dava açılması gerekir.

iv. İşin durması nedeniyle tazminat ve işçilik hakları

Deprem sonucu işçinin çalıştığı işyerinde, bir haftadan fazla süre ile işin durması hâlinde; sağ kalan işçinin iş akdini bildirimsiz olarak feshetmek ve kıdem tazminatı ile çalışılamayan bir haftalık sürenin her bir günü için yarım ücret istemek hakkı vardır. Ayrıca, çalışılamayan bir haftalık sürenin her bir günü için de yarım ücret isteme hakkı bulunmaktadır. Kanunun verdiği bütün bu hakların işveren tarafından ödenmemesi durumunda; işverenin bulunduğu yerdeki İş Mahkemesinde dava açmak yoluna gidilmesi ve yine deprem nedeni ile işin aralıksız bir haftadan çok tatil edilmesi nedeni ile işçinin çalışmadan geçirdiği zamanın, yeniden işe başlanması koşulu ile yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi sayılması gerekir.

İşçinin depremde yaralanması durumunda, işverenin işçinin iş sözleşmesini tazminatsız feshetme hakkı bulunmamaktadır. Rapor bildirimi işverenliğe yapıldıktan sonra ücreti SGK tarafından PTT kanalıyla ödenir. İşveren ancak rapor süresi ihbar süresini altı (6) hafta geçerse kıdem tazminatı ödeyerek işçinin iş sözleşmesini feshedebilir.

v. İşyerinde çalışmakta iken depreme maruz kalan işçilerin hukuki durumu durması nedeniyle tazminat ve işçilik hakları –

iş kazası5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesine göre, başta “işçinin işyerinde bulunduğu sırada uğradığı bedensel ve ruhsal zararlar” olmak üzere hangi durumların iş kazası sayılacağı belirtilmiştir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 3/g maddesi uyarınca iş kazası “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlardan hareketle işçinin işyerinde bulunduğu her durumda ve ayrıca işyeri sınırları dışında olması hâlinde de işin yürütümüyle ilgili olduğu herhangi bir durumda deprem nedeniyle ölmesi veya vücut bütünlüğünde ruhen ya da bedenen engelli bir hale gelmesi Kanun’da yer alan tanım uyarınca iş kazası olarak kabul edilmesi gerekir. Deprem nedeniyle de olsa iş kazası kapsamına girdiğinden tüm tedavi masrafları SGK tarafından karşılanacaktır. İşyerinde bulunduğu anda veya işin yürütümü esnasında depreme maruz kalan ve %10 ve üzeri meslekte kazama gücü kaybına uğrayan çalışanın SGK’dan sürekli iş görmezlik ödeneği alma hakkı bulunmaktadır. İşçi vefat etti ise, vefat eden işçinin SSK (4/1-A) sigortalısı olması hâlinde, her türlü borçlanma süreleri hariç en az beş (5) yıldan beri sigortalı bulunması ve toplam dokuz yüz (900) gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartlarının yerine gelmiş olması koşulu ile; işçinin eşine, 25 yaşından küçük çalışmayan çocuklarına, ana ve babalarına ölüm aylığı bağlanabilmektedir. Depremde işyerinde vefat ve yaralanma hâlinde işverenin kusurunun da olması hâlinde, yaralanan işçinin ve vefat işçi yakınlarının maddi ve manevi tazminat talep etme hakları bulunmaktadır. Bu hâllerde işverenden talep edilecek tazminatlar için zamanaşımı asgari on (10) yıldır. İş kazasında yaralanma ve ölümlerde, arabuluculuk sürecine başvurmak zorunlu olmayıp dava şartı değildir. Ancak gerek ihtiyari gerekse zorunlu arabuluculuk başvuruları sonucunda düzenlenen arabuluculuk anlaşma metinlerinin bir mahkeme kararı gibi hüküm ifade edeceği; arabuluculukta anlaşma sonrasında, artık aynı konularda başkaca bir talebin ileri sürülemeyeceği ve dava açılamayacağı önemle göz önünde bulundurulmalıdır.

vi. Ölüm tazminatı (vefat eden işçi)

Borçlar Kanunu’nun 440. maddesi gereğince, işveren, işçinin sağ kalan eşine ve ergin olmayan çocuklarına, bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere, en az bir (1) aylık; hizmet ilişkisi beş (5) yıldan uzun bir süre devam etmişse, iki (2) aylık ücret tutarında bir ödeme yapmakla yükümlüdür. Bir aylık ölüm tazminatının ödenmesi için, işçinin en az bir yıl süreyle çalışmış olması şartı yoktur, işçinin bir gün dahi olsa işyerinde çalışmış olması yeterlidir. İş sözleşmesinin türü (belirli süreli/belirsiz süreli, kısmi süreli/tam süreli vb) ölüm tazminatı istenebilmesi bakımından önem taşımaz. Ödemenin vefat tarihinden itibaren hemen yapılması gerekir. Ölüm tazminatı ve kıdem tazminatı birlikte talep edilemez, diğer bir deyişler, kıdem tazminatı istenebilen hâllerde ölüm tazminatı istenemez.

vii. Cenaze yardımı (sigorta)

Kendisi için en az üç yüz altmış (360) gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi bildirilmiş iken vefat eden sigortalının hak sahiplerine cenaze yardımı verilir. Cenaze ödeneği, sırasıyla, sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, onlar da yoksa kardeşlerine verilir.

g- İşverenin Yasal Hakları

4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/III. maddesi uyarınca “Zorunlu Hâller” kapsamında, işverenin işçiye önceden bildirimde bulunmaksızın iş akdini feshetme imkânı bulunmaktadır. Ancak bu hâllerde işveren, işçiye kıdemine göre hak kazanacağı kıdem tazminatını ödemek zorundadır. Buna göre, işveren işçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması hâlinde iş akdini tek taraflı olarak feshedebilir. Yine, işçinin tutulduğu hastalığın tedavi edilemeyecek nitelikte olduğu ve işyerinde çalışmasında sakınca bulunduğunun sağlık kurulunca saptanması durumunda İşçinin hastalık ve iş kazası (depremde yaralanma – tedavi süreci) sebebiyle çalışamadığı sürenin, işçinin işyerindeki çalışma süresine göre 17.maddedeki bildirim sürelerini altı (6) hafta aşmasından sonra, işverenin tek taraflı olarak bildirimsiz feshetme hakkı doğar. İşçinin iş sözleşmesinin askıda kalması nedeniyle işine gidemediği süreler için ücret işlemez.

h- Çocuklara Özgü Düzenlemeler ve Çocukların Korunması

Doğal afetlerin çocuklar üzerindeki etkisi çeşitlilik gösterir ve çoğu zaman doğal afetlerde çocuklara özel korunma ihtiyaçları ortaya çıkar. Tüm iş ve işlemlerde çocukların ihtiyaçlarını gözetmesi ve bunu yaparken çocuğa duyarlı bir yaklaşım sergilemesi ve bu süreçlere çocuğun katılımı temel bir hak olmanın yanı sıra iyileşme süreci bakımından çok önemlidir. Benzer şekilde özellikle geçici barınma ve eğitim alanlarında yaşlarına uygun güvenli ve rehabilite edici alanların oluşturulması ve çocukların desteklenmesi önem taşımaktadır. Çocuklar, adli işlemlerden olumsuz etkilenebilirler. Bu nedenle de süreç hakkında doğru şekilde bilgilendirilmeleri, yaşlarına ve durumlarına uygun şekilde desteklenmeleri ve hukuki yardımdan faydalanmaları önemlidir.

i. Çocukların Hukuki Temsili

18 yaşını dolduran kişi ergin (reşit) sayılır. Erken yaşta evlenen (16 yaşında hâkim kararı ile 17 yaşında ebeveyn rızası ile) veya mahkeme kararı ile daha erken yaşta ergin kılınanlar hariç 18 yaşından küçük her çocuğun hukuki bir temsilcisinin olması gerekir. Bu durum, velayet, vesayet ya da kayyımlık şeklinde ortaya çıkar. Velayet, anne ve babanın sahip olduğu temsil hak ve görevidir. Çocuğun anne babası evli ise velayeti birlikte kullanır, yani çocuğun bakım ve eğitimi konusunda birlikte karar alır. Anne babadan biri ölmüş ise velayet sağ kalan eşe geçer, anne baba boşanmış ise velayet hâkim tarafından anne babadan birine verilir. Boşanma ertesinde anne babadan biri ölmüş ise Aile Mahkemesine dava açılarak sağ kalan taraf velayetin kendisine verilmesini isteyebilir. Anne küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğa menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verebilir. Bunun için babalık davası çocuğun tanınması soy bağının kurulması gerekir. Çocuğun menfaati gelişmesi tehlikeye girerse hakim çocukların anne ve babadan alınarak korunmasına karar verebilir ve bir üçüncü kişiyi vasi olarak atayabilir. Tüm bu süreçlerde çocuğun da görüşü alınır. Anne babasını kaybetmiş velayet altında bulunmayan çocuklara çocuğun bulunduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesinden vasi atanabileceği gibi, Çocuk ve Aile mahkemeleri de bu konularda karar verebilir. Vasi çocuğun bakımı ve eğitimi için gereken önlemleri alır. Yine aynı merciler tarafından, sadece belirli bir işin görülmesi (örneğin eğitimle sınırlı olmak üzere) çocuğa kayyım da atanabilir. Kayyım çocuğun bulunduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından atanır.

ii. Çocukların Kişisel Verilerinin Korunması

Kişinin, onu tanıyan veya tanımayan başka kişiler tarafından ayırt edilebilir olmasını sağlayan her türlü bilgi kişisel veridir. Bu kapsamda kişilerin kıyafetleri, fotoğrafları ve sesleri gibi bilgileri kişisel veri olarak kabul edilir. Kişisel verilerin korunmasını istemek temel bir haktır. Ancak ayırt etme gücüne sahip olmayan çocuklar bakımından kişisel verilere ilişkin rıza hakkı çocuğun velisi veya vasisindedir. Özellikle basın ve yayın organlarının çocukların kişisel verilerini içeren haberlere ilişkin çocuğun veli veya vasisinden rıza alması gerekmektedir. Ancak çocuğun velisi veya vasisi bu haberlere rıza verse dahi çocuğun rızasının olmaması halinde çocukların kişisel verileri yayınlanamaz.

iii. Çocukların Korumasına Yönelik Genel Tedbirler ve Başvuru Mercileri

Çocuk Koruma Kanunu’na göre bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru olan her çocuk; 18 yaşından daha erken yaşta reşit olsa bile, korunmaya ihtiyacı olan çocuk olarak kabul edilir. Kanunda, korunma ihtiyacı olan çocukların korunabilmesi için bir takım koruyucu ve destekleyici tedbirler düzenlenmiştir. Bunlar danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma tedbirleridir ve bunlara çocuğun bulunduğu yerdeki çocuk mahkemesi ya da ona denk bir mahkeme tarafından karar verilir. Acil hallerde, çocuk hakkında Acil Korunma Kararı da alınılabilir. Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve tüm ilgililer; korunma ihtiyacı olan çocukları tespit ettikleri zaman ivedilikle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bildirmekle yükümlüdür.

iv. Refakatsiz ve Ailesinden Ayrı Düşmüş Çocuklara Yönelik Özel Durumlar

Afet durumlarındaki en büyük risklerden bir tanesi de, çocukların afetin etkisiyle ailelerinden ve bakım verenlerinden ayrı düşmesidir. Çocuklarınızla ayrı düşmeyi önlemek için, çocuklarınızın kimlik belgelerini, bu belgeler yoksa gerekli bilgileri içeren bir kartı mutlaka yanında taşıyın ve ayrılmanız durumunda gidebileceğiniz ortak alanlar belirleyin. Mümkün olduğu ölçüde resmi görevliler haricindeki tanımadığınız kişilerle seyahate izin vermeyin ve tüm bilgileri kayıt altına alın. Yalnız kalmış bir çocukla karşılaşmanız durumunda, çocuğu ya da ailesini tanıyan birinin olup olmadığını soruşturmadan çocuğun yerini değiştirmeyin. En ufak bir tereddüt durumunda tüm bu bilgi ve belgelerle birlikte Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (ALO 183) ve kolluk kuvvetleriyle (112) temasa geçin.

v. Koruyucu Aile ve Evlat Edinme Düzenlemeleri

Koruyucu aile hizmeti, herhangi bir sebepten ötürü biyolojik ailesinin yanında kalması v mümkün olmayan çocukların, uzun veya kısa süreli olarak, ücretli veya gönüllü statüde, devlet denetiminde, aileler tarafından kendi aile ortamlarında bakılması ve yetiştirilmesidir. Deprem sonucunda; anne ve babasını kaybetmiş ya da anne ve babasına ulaşılamadığı için kurum bakımına alınan çocukların, akrabaların, gönüllü ya da uzman ailenin yanında bakılması koruyucu ailelik ile mümkün olmaktadır. Koruyucu aile olabilmek için, Türk vatandaşı olmak ve Türkiye’de sürekli ikamet etmek, 25-65 yaş aralığında bulunması, en az ilkokul düzeyinde eğitim almış olmak, düzenli gelire sahip olmak, kanunda belirlenen suçları işlememiş olmak, çocuğun bakımını, psiko-sosyal gelişimini ve eğitimini etkileyecek ya da çocuğa zarar verecek düzeyde fiziksel engeli, ruhsal rahatsızlığı ve bulaşıcı hastalığı bulunmamak, akraba veya yakın çevre koruyucu aile modeli hariç olmak üzere çocuk ile koruyucu aile olacak eşlerden yaşı küçük olan arasındaki yaş farkı on sekiz yaştan az bulunmamak gibi koşullar bulunmaktadır. Evli kişilerin birlikte başvurması gereklidir. Başvuru, koruyucu aile olmak isteyen kişi ya da eşlerin bulunduğu yer İl Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne yapılır. Yapılan inceleme sonucunda çocuklar, uygun bulunan kişi ve ailelerin yanına kısa ya da uzun süreli olarak koruyucu aile olarak verilir ve düzenli olarak denetlenir. Deprem sonucunda; anne ve babasını kaybetmiş olan çocukların evlat edinilebilmesi için; evlat edinmek isteyenin bekar ise 30 yaşından büyük, çocukla arasında en az 18 yaş fark olması gerekmektedir. Evli kişiler ise birlikte evlat edinmek zorundadır. Evli kişiler ancak en az beş yıldır evli olma (yaş şartı bulunmamaktadır) veya her ikisinin de 30 yaşını doldurmuş olma ve çocukla aralarında en az 18 yaş fark olması (küçük olan eşi yaşı dikkate alınır) koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda evlat edinebilir. Deprem nedeniyle ailesini kaybetmiş çocukları evlat edinmek isteyenlerin bulundukları ilin Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne başvuru yapması gerekmektedir. Yapılan inceleme sonucunda uygun bulunan kişi ya da aileyle bakım sözleşmesi yapılır. Evlat edinme kararı öncesi çocuğa bir yıl bakım vermek zorunludur. Bu süreçte çocuk ile bakım veren aile arasındaki ilişki ve çocuğun durumu sosyal hizmetler tarafından denetlenir. Bir yıllık bakım süresi sonunda, sosyal inceleme raporlarının da uygun görmesi durumunda, çocuğun bulunduğu yer Aile Mahkemesince evlat edinmeye karar verilir.

vi. Çocukların Suça ve Şiddete Karşı Koruması

Doğal afetlerde çocukların genel olarak güvenlikleri, bedensel bütünlükleri ve özgürlükleri tehlike altına girebilmektedir. Bu anlamda çocuklar; yaralanmadan cinsel istismara, kaçırılmadan zorla çalıştırılmaya kadar birçok tehlikeyle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu durumdaki çocukların güvenliği bakımından yapılacak şey çocuğun hukuki temsilcilerine (anne, baba ya da vasi) yapılacak veya bunlar yoksa en yakın kolluk birimine (polis ya da jandarma) ya da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yetkili temsilcilerine teslim etmektir. Çocuğu teslim alan kolluk birimi de en kısa zamanda çocuğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yerel birimlerinden birisine teslim eder. Bu teslimden sonra çocuğun korunması ve hakkındaki diğer yasal işlemlerin yapılması sorumluluğu sosyal hizmet biriminin yetkililerine aittir. Çocukların deprem sonrasında kaybolmaları ya da kaçırılması söz konusu olabilmektedir (kaybolan çocukla karşılaşılması halinde yapılacaklar için bkz. Refakatsiz ve Ailesinden Ayrı Düşmüş Çocuklara Yönelik Özel Durumlar). Çocuğun kaçırılması suç teşkil eden bir eylemdir ve TCK’nın 109. maddesinde düzenlenen bu suçun kamu adına soruşturmayı gerektiren bir suç olduğundan şikâyet koşuluna bağlı değildir. Böyle bir suçun işlendiği izlenimi veren hali öğrenen, ihbar ya da şikâyet ile duruma vakıf olan kolluk ya da savcılığın kendiliğinden soruşturma başlatması gerekir. Vatandaşlar da böyle bir durumdan şüphelendikleri takdirde derhal kolluk birimlerine haber vermelidir. Afet durumlarında tüm çocukların ve özellikle de kız çocuklarının, toplumsal cinsiyet temelli şiddet (çocuk evlilikleri dahil), kötü muamele ve istismara uğrama riskinde büyük artışlar görülmektedir. Bu riskler çevreden, yardım çalışanlarından, akranlarından kaynaklı olabilir. Bu nedenle, özellikle anne-baba ve bakım verenlerin, halkın ve alanda çalışan kişilerin bu tarz risk ve zararlı eylemlere karşı tetikte olması, bu riskleri önceden fark etmesi ve gereken durumlarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kolluk birimleri ve diğer adli birimlere bildirimde bulunmaları önem taşımaktadır. Ayrıca çocukların bu konuların farkında olması, bu konuda açık bir iletişim kurabilmek adına kendilerini güvende hissetmeleri ve bu konuları açıkça yakınlarıyla konuşabilmeleri çok önemlidir.

vii. Çocukların Korunması ve Hukuki Konularla ilgili Destek Alınabilecek Merciler

Çocuklara özgü adli süreçler, destek ve diğer hizmetler hakkında bulunduğunuz ildeki Baroların çocuk hakları merkezleri, kadın hakları merkezleri, adli yardım merkezleri veya adliye içinde bulunan Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğünden bilgi alabilirsiniz. Yukarıda belirtilen adli ve idari mercilerin yanında, özellikle devlet kurumlarının sizin ve çocuğunuzun haklarını ihlal ettiğini düşündüğünüz tutum, iş ve işlemleri ile ilgili olarak, Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsman), Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) gibi mercilere de online kanallar üzerinden başvuru yapabilirsiniz. Kamu Denetçiliği Kurumu, çocuklardan da doğrudan başvuru kabul etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir