Avukat Iyaz Çimen depremzedelerin hukuki hakları konusunda gazetemize yaptığı açıklamada: ‘Ülkemizin jeolojik yapısı, ne yazık ki bizi depremle birlikte yaşamayı öğrenmeye ve onun etkilerini en aza indirmeyi başarmaya zorluyor. Geçmişte olduğu gibi bugün bir kez daha depremin getirdiği büyük felaketi ve onun dayanılmaz acılarını yaşıyoruz.’
AVUKAT IYAZ ÇİMEN DEPREMZEDELERİN HUKUKİ HAKLARI KONUSUNDA UYARIYOR
Avukat Iyaz Çimen depremden zarar gören vatandaşlarımız konusunda açıklamalarda bulundu. Açıklamasında : ‘ Ülkemiz 6 Şubat 2023 sabahına büyük bir deprem felaketiyle uyandı. Kahramanmaraş merkezli deprem, on ilimizde yıkımlara, can kayıplarına, ağır hasarlara sebebiyet verdi. On ilde olağanüstü hâl ilan edildi. Ülkemizin jeolojik yapısı, ne yazık ki bizi depremle birlikte yaşamayı öğrenmeye ve onun etkilerini en aza indirmeyi başarmaya zorluyor. Geçmişte olduğu gibi bugün bir kez daha depremin getirdiği büyük felaketi ve onun dayanılmaz acılarını yaşıyoruz. Geçecek zaman; belki bu büyük felaketin yaralarını kısmen saracak, yaşanan acıları bir nebze dindirecek yapılan yardımlar maddi zararları bir ölçüde telafi edecek. Ama ne kadar zaman geçerse geçsin ne ölçüde yardım yapılırsa yapılsın yaşanan acılar unutulmayacak, yitirdiğimiz canlar geri gelmeyecek, manevi kayıplar hiçbir biçimde karşılanamayacak. Yaşanan her felaketin ardından; çevre ve halk sağlığı, yerleşim, barınma, beslenme, iletişim, güvenlik ve benzeri konularda alınmış ve alınması gereken önlemler, verilmiş ve verilmesi gereken hizmetler olduğu gibi hukuk alanında da yapılması gereken iş ve işlemler, alınması gerekenler vardır. Depremde zarara uğrayan kişiler olarak, hukuken neler yapmanız gerektiğini ve haklarınızın neler olduğunu açıklamadan önce, önemli gördüğümüz bazı hususlara değinmek istiyoruz. Şöyle ki; Bütün insanların doğuştan sahip oldukları “vazgeçilmez haklar” olarak nitelenen “insan hakları” kavramının, siyasal sistem ve ideoloji duvarlarını aşarak evrenselleşmeye başladığı ve hatta “insan hakları ortak Hukuku’na doğru evrilmekte olduğu günümüz dünyasında; “çevre hakkı” da uluslararası metinlerle temel insan hakları kapsamında kabul gören özgün bir haktır. Bu bağlamda Haziran 1972 Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı sonrasında yayımlanan Stockholm Bildirgesi’nde; “insan; kendisine onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hakkına sahiptir..” denilmiş ve ardından gelen 28 Ekim 1982 tarihli Dünya Doğa Şartı ile de, çevre hakkının uygulamaya konulması konusunda, devletlerin yükümlülükleri ile bireylerin olanaklarını belirleyen daha somut ilkeler öngörülmüştür. Uluslararası nitelikteki bu oluşumların etkisiyledir ki; “Ekolojik Çağ” adı verilen son çeyrek yüzyıl boyunca, yeni bir Anayasa hazırlayan ya da Anayasasını değiştiren devletlerin Anayasalarında olduğu gibi, bizim Anayasamızın 57.maddesinde de “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” hükmüne yer verilmiştir. Bugüne kadar yaşanan felaketler; başta yerel yönetimler olmak üzere, gelmiş geçmiş merkezi yönetimlerin gerek Anayasa’nın gerek imar yasa ve yönetmeliklerinin kendilerine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getirmediklerini ve /veya eksik ya da kusurlu yerine getirdiklerini açık seçik ortaya koymuştur. Bunun hukuktaki adı “hizmet kusurudur’. O nedenle, yerel yönetimler ile merkezi yönetimin kendisi, deprem sonucu doğan tüm maddi ve manevi zararlardan dolayı, zarara uğrayanlara karşı “hizmet kusuru” ilkesi gereğince hukuken ve doğrudan sorumludur. Bu durumda devletin; vatandaşı, ne kadar sürede sonuçlanacağı ve sonuçlandığında tahsil imkânı olup olmayacağı belirsiz olan bir hukuk savaşına mecbur bırakmayıp, kamusal zarar yanında özel yani vatandaşın zararının da envanterini ivedilikle çıkartarak depremzedelerin tüm zararını karşılaması, tazmin ettiği bu zararı daha sonra ikincil derecede sorumlu ve kusurlu olan yüklenici, mimar, mühendis, yerel yönetim görevlisi gibi kişi ve kuruluşlara rücu etmesi gerekir. Aksi hâlde fiziki, teknik ve insan dokusu ile donanımındaki eksiklikler ve yetersizlikler nedeni ile olağan koşullarda dahi sağlıklı ve hızlı hukuk servisi yapmakta yetersiz kalan mevcut yargı birimlerinin, olağanüstü koşullarda adalet hizmeti vermesi, bu bağlamda açılacak binlerce davanın altından kalkması fiilen ve maddeten mümkün değildir.
Anayasanın 36. maddesi “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü içermektedir. Yaşanan felaket sonrasında maddi ve manevi yönden zarara uğrayan vatandaşlarımızın sahip olduğu haklar ve hukuken yapmaları gerekenler hem ceza hukuku hem de özel hukuk ve kamu hukukunun ceza hukuku dışındaki alanları bağlamında aşağıdaki başlıklar şeklinde değerlendirilebilir.
A- CEZA HUKUKU YÖNÜNDEN:
Cezai sorumluluk suçu gerçekleştiren kişiye, meydan gelen neticeye göre farklılaşabilmektedir:
Müteahhitler, inşaat öncesi ve sırasında yapıyı mevzuata ve bilimin gereklerine uygun projelendirmekle, inşa etmekle ve yapının projesine uygun yapıldığını denetlemekle yükümlü mühendis, yapı denetçileri gibi teknik görevliler, binalara inşaat ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi, veren görevli ve yetkililer, her aşamada denetim görevini yerine getirmeyen ilgili belediye, bakanlık yetkilileri bakımından: Yapının projelerinin mevzuata, fennin gereklerine uygun olmadığının, inşaat malzemesi kalitesinin standartlara uygun olmadığının, yapımda işçilik hataları olduğunun, yapıların inşaat ruhsatının ve projelerinin bulunmadığının veyahut mevzuata aykırı olduğunun, zemin yüzeyinin yapılaşmaya elverişli olmadığının, gerekli güçlendirmenin yapılmadığının, yapı statiğini zayıflatan mevzuata aykırı tadilatların yapıldığının veya denetimlerin hiç veya yeteri kadar yapılmadığının vb. tespiti hâlinde bu kişilerin cezai sorumluluğu söz konusu olabilecektir. Bu hususların tespiti için enkazlar kaldırılmadan önce binalardan bilirkişi eşliğinde beton, demir, kolon, kiriş numunelerinin alınması gerek enkaz gerekse hasarlı binaların mümkünse kolonların demir yapısını gösterir biçimde fotoğraflanması, videoya alınması; uydudan yapıyı bulup koordinat adres tarih eklenerek fotoğrafların arşivlenmesi gibi yöntemler önerilmektedir. Aksi hâlde deliller yok olabilecektir.
a) Ölüm meydana gelmişse:
Ölenin ya da yaralananın eşi ve çocukları, eğer bunlar yok ise yakınları suçun işlendiği yerin Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermelidirler. Ancak güvenlik sebebiyle başka bir il/ilçeye gitmeleri hâlinde bulundukları yer il/ilçe Başsavcılığına suçun işlendiği yer Başsavcılığına gönderilmek üzere de şikâyet dilekçesi verebilirler. Böyle bir şikâyeti, ölenin yakını, mirasçısı olmayan herhangi bir vatandaş da yapabilir. Ancak bu durumda, bu bir ‘’şikâyet’’ değil, suç ihbarı olur.
Gerçekte TCK’nın 85. maddesinde düzenlenen suç re’sen yani herhangi bir şikâyet ve suç ihbarı olmadan, haber alınması durumunda savcılık tarafından kendiliğinden takip edilmesi gereken bir suçtur. O nedenle, şikâyet dilekçesi verilmese de savcılık, re’sen soruşturma yapmak ve suç unsuru bulduğu takdirde kamu davası açmak zorundadır. Bununla birlikte suçtan zarar görenin de şikâyet dilekçesi vermesinde yarar vardır. Zira, savcılıkça re’sen yürütülen soruşturmada takipsizlik/kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumunda, sadece suçtan zarar gördüğü iddiası ile şikâyet dilekçesi veren taraf, bu karara karşı itiraz hakkı elde eder (CMK 173). Bu durumda itiraz yeri, takipsizlik/kovuşturmaya yer olmadığı kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığının bağlı olduğu Ağır Ceza Mahkemesinin bulunduğu yerdeki Sulh Ceza Hakimliği olup, itiraz süresi de takipsizlik kararın tebliğinden itibaren 15 gündür. Şikâyet dilekçesi vermiş olsun veya olmasın, kamu davası açıldıktan sonra suçtan zarar gören, davaya müdahale hakkına sahip olup, bu hakkını davaya bakmakta olan Mahkemeye vereceği bir dilekçe ile kullanır. Müdahale isteğinin Mahkeme tarafından kabul edilmesi üzerine, suçtan zarar gören kişi veya kişiler davada taraf olma ehliyetini kazanırlar. Yani delil ileri sürebilirler, taleplerde bulunabilirler, dava ile ilgili düşüncelerini açıklayabilirler ve dava sonunda verilen hükümden tatmin olmazlar ise, bu hükmü temyiz edebilirler. Müdahale talebi Mahkeme tarafından kabul edilmediği takdirde, bu karara karşı hükümle birlikte istinaf/temyiz yoluna gidilmesi gerekir. Deprem sonucu ölüm meydana gelmişse kasten insan öldürme suçu işlenmiş olacaktır. Uygulamada deprem sonucu ölümlerde genellikle kasten değil, basit ya da bilinçli taksirle insan öldürme suçu gündeme gelmektedir. Basit taksirde kişinin öngörmesi gereken bir netice bakımından gerekli dikkat ve özeni göstermemesi; bilinçli taksirde öngördüğü neticenin yetenek, şans gibi çeşitli gerekçelerle gerçekleşmeyeceğini umması, bu anlamda neticeyi kabullenmemesi söz konusudur. Olası kastta ise öngörülen netice “olursa olsun” düşüncesiyle kabullenilmektedir. Örnek olarak Kahramanmaraş Depremleri öncesi deprem bölgesi olan Kahramanmaraş ve üzerinde bulunduğu fay hattında yakın zamanda büyük bir depremin beklendiği idari makamlarca ve kamuoyunca bilinmekteydi. Bu hususun uzun zamandır il afet riski azaltma planı raporları ve bilimsel çalışmalarla ortaya konulduğu (örnek olarak bkz. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası 02.03.2021 tarihli raporu; Kahramanmaraş Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğünün 2020 yılı Kahramanmaraş İl Afet Risk Azaltma Planı) dikkate alındığında depremin gerçekleşeceğinin öngörüldüğü kabul edilmelidir. Böyle bir yerde bu tür yapıları inşa eden, inşa edilmesine seyirci kalan veyahut bu hususu denetlemeyen kişilerin böyle bir depremi öngördüğü ve ölüm neticesini “olursa olsun” diyerek kabullendiği açıktır. Bu nedenle bu kişiler olası kastla insan öldürme suçundan ceza almalıdırlar. Bu suçlarda olası kastın varlığını kabul etmek modern ceza hukukun bir gereğidir. Karşılaştırmalı hukukta bu yönde birçok örnek vardır. Hukukumuzda ise konuya ilişkin olarak Yargıtay 12 Ceza Dairesi’nin 01.03.2013 tarih, 2012/11165-2013/4980 sayılı ve 06.04.2017 tarih 2017/172-2017/2866 sayılı kararlarından yararlanılabilecektir. Adli sürecin başlaması için ölenin eşi ve çocukları, eğer bunlar yok ise yakınları, kolluğa veya suçun işlendiği yerin Cumhuriyet Savcılığına suçun soruşturulması için dilekçe vermelidirler. Eğer deprem nedeniyle başka bir ile taşınılmışsa, dilekçe deprem olan il Cumhuriyet Savcılığına gönderilmek üzere o il Cumhuriyet Savcılıklarına da verilebilir. Yine ölenin yakınları değil üçüncü kişiler de suç duyurusunda bulunabilecektir. Dilekçenin doğrudan Cumhuriyet Savcılığına verilmesi önerilmektedir. Bu suçlarda belirli bir şikâyet süresi olmayıp, Yargıtay kararlarına göre zamanaşımı, depremin meydana geldiği gün başlayacaktır. Bununla birlikte suçtan zarar görenin de şikâyet dilekçesi vermesinde yarar vardır. Zira; savcılıkça re’sen yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı verilmesi durumunda, yukarıda ifade edildiği üzere suçtan zarar gördüğü iddiası ile şikâyet dilekçesi veren tarafın bu karara karşı itiraz hakkı olacaktır. Bu durumda ilgili sulh ceza hâkimliğine itiraz edilebilecektir. İtiraz süresi de takipsizlik kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş (15) gündür. Şikâyet dilekçesi vermiş olsun veya olmasın, dava açıldıktan sonra suçtan zarar gören, davaya müdahale hakkına sahip olup, bu hakkını davaya bakmakta olan mahkemeye vereceği bir dilekçe ile kullanır. Müdahale isteğinin mahkeme tarafından kabul edilmesi üzerine, suçtan zarar gören kişi veya kişiler davada taraf olma ehliyetini kazanırlar. Yani delil ileri sürebilirler, taleplerde bulunabilirler, dava ile ilgili düşüncelerini açıklayabilirler ve dava sonunda bir üst mahkemeye başvurabilir, kararı istinaf ya da temyiz edebilirler.
b) Yaralanma meydana gelmişse:
Yaralanan kişi suçun işlendiği tarihten itibaren altı (6) ay içinde şikâyet dilekçesini suçun işlendiği yer ya da güvenlik sebebiyle başka bir il/ilçeye gitmesi hâlinde suçun işlendiği yer Başsavcılığına gönderilmek üzerek geçici olarak bulunduğu il/ilçe Başsavcılığa şikâyet dilekçesini vermesi gerekir. Altı aylık şikâyet süresinin hak düşürücü süre olması sebebiyle, şikâyetçilerin bu zamanı kaçırmamaları önemlidir. Devam eden tedaviler ya da yaşanan şok sebebiyle söz konusu süreleri kaçırsalar dahi suçun, bilinçli taksirle işlendiğini belirterek şikâyet etme hakkını da kullanabilirler.
Şikâyet dilekçesi ile müdahale konusunda yukarıda ölüm ile ilgili olarak söylenenler burada da geçerlidir. Ayrıca ölümle sonuçlanan hâllere ilişkin söylediğimiz hususlar yaralanma için de geçerlidir. Burada kasten insan yaralama suçu oluşacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, bazı hâllerde suçun şikâyete bağlı olabileceğidir. Yani ceza soruşturmasının başlaması için yaralananın şikâyetinin gerekmesidir. Bu süre depremin meydana gelmesinden itibaren altı (6) aydır. Bu altı ayın geçmesi hâlinde insan yaralama suçundan dolayı adli sürecin başlaması kural olarak mümkün değildir. Yaralanan kişi dilekçeyi bizzat kendi ya da vekaletname verdiği kişi aracılığıyla vermelidir. Bu hâllerin başında hafif yaralanmalar diğer bir ifade ile yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması gelmektedir. Diğer hâl ise ileri sürülenin aksine Savcılık tarafından suçun kasten değil taksirle işlendiği kanaatine varılmasıdır. Bilinçli taksirle işlenen yaralama suçu kural olarak şikâyete bağlı değilken, basit taksirle işlenen yaralama suçu şikâyete bağlıdır. Kısacası yaralanma hâlinde Savcının suç nitelendirmesine bağlı olarak hak kaybına uğramamak için yaralanan kişinin depremden sonra altı ay içerisinde suçun işlendiği yerin Cumhuriyet Savcılığına şikâyet dilekçesi vermesi gerekmektedir. Eğer deprem nedeniyle başka bir ile taşınılmışsa, dilekçe deprem olan il Cumhuriyet Savcılığına gönderilmek üzere o il Cumhuriyet Savcılıklarına da verilebilir.
c) Ölüm ve yaralanma meydana gelmemişse:
Bu durumda mala zarar verme, kamu güvenliğinin kasten tehlikeye sokulması, imar kirliliğine neden olma, Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca görevi kötüye kullanma suçları gündeme gelebilecektir. Mala zarar verme hariç bu suçlar re’sen savcılık tarafından soruşturulması gereken suçlardır. Mağdurun bizzat ya da vekaletname verdiği kişi aracılığıyla o yer Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusu dilekçesi vermesi gerekmektedir. Eğer deprem nedeniyle başka bir ile taşınılmışsa, dilekçe deprem olan il Cumhuriyet Savcılığına gönderilmek üzere o il Cumhuriyet Savcılıklarına da verilebilir. Bu süre mala zarar verme bakımından altı (6) aydır.
B) Olası depreme ilişkin gerekli önlemleri almayan, arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan yetkililer bakımından: Bu kişiler bakımından kasten insan öldürme veya duruma göre görevi kötüye kullanma suçları gündeme gelecektir. Devletin vatandaşı depreme karşı koruma, depremin zararlarını en aza indirme konusunda
pozitif bir yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğe aykırı davranan kamu görevlilerinin cezai sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bu fiilleri delillendirmek için yetkilerden yardım taleplerini içeren resmî ya da sosyal medya yazışmaları, görevlilerin yardım talebini yerine getirmediğine ilişkin görüntüler vb. muhafaza edilmelidir. Bu tür olaylarda tanık da önemli bir diğer delildir. Bu suçlar re’sen Savcılık tarafından soruşturulması gereken suçlar olmakla birlikte, mağdur olan kişilerin bizzat ya da vekaletname verdiği kişi aracılığıyla o yer Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusu dilekçesi vermesi gerekir. Eğer deprem nedeniyle başka bir ile taşınılmışsa, deprem olan ile Cumhuriyet Savcılığına gönderilmek üzere o il Cumhuriyet Savcılıkları aracılığıyla da dilekçe verilebilir.
C) Kamu görevlileri bakımından: Yukarıda sayılan suçları işleyen
kamu görevlileri hakkında, özel bir soruşturma usulü söz konusudur. Görevine aykırı biçimde davranan bu kamu görevlileri hakkında ceza soruşturmasına devam edilebilmesi için ilgili kanunda belirtilen amirlerden izin alınması gerekmektedir. Bu nedenle savcılık suç duyurusunu aldıktan sonra ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak soruşturma evrakının bir örneğini ilgili idari makama göndererek soruşturma izni isteyecektir. Bu idari makam iddiaların soyut ve genel nitelikte olup olmaması, bulgu ve belgelere dayanıp dayanmaması gibi hususları inceleyerek soruşturma izni verilmesine veya soruşturma izni verilmemesine karar verecektir. Bu nedenle savcılığa verilen dilekçeler isim, adres gibi bilgileri içermeli, gerekçeli ve somut olmalıdır. Yine Cumhuriyet Başsavcılıkları ile izin vermeye yetkili idari makamlar, ihbar ve şikâyetler hakkında daha önce inceleme yapılmış olması veya dilekçede somut bir olay belirtilmemesi hâlinde işleme koymama kararı verebilecektir. İdari makam tarafından verilen soruşturma izni verilmemesine veya işleme koymama kararlarına karşı duruma göre Bölge İdare Mahkemesi veya Danıştaya itiraz edilebilecektir. Bu süre kararın tebliğin den itibaren 10 gündür. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir. Başsavcılık tarafından verilen işleme koymama kararı için ise itiraz yolu öngörülmemiştir. Başsavcılık kararı kesindir. Son olarak tüm süreçlerde Cumhuriyet Savcılığı soruşturmaya yer olmadığı veya takipsizlik yani kovuşturmaya yer olmadığı kararı kararları verebilecektir. Bunlara karşı ise ilgili sulh ceza hâkimliğine itiraz edilebilecektir. İtiraz süresi de takipsizlik kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş (15) gündür. Bu itiraz üzerine verilen karar kesindir. Herhangi bir nedenle kesinleşen kararlara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilecektir. Bu süre kararın öğrenilmesinden itibaren otuz (30) gündür. Anayasa Mahkemesi bu otuz günlük süreyi tebliğ ile değil kararın UYAP Sistemi’nden görülmesi ile başlatabilmektedir. Kısacası kamu görevlilerinin görevi ile ilgili suçlardan yargılanması uzun ve sabır isteyen bir süreçtir. Özel bir usule tabi olması nedeniyle süreleri kaçırmamak için takibi önem arz etmektedir. Bir cezasızlık biçimi olarak uygulamada ne yazık ki gerekçe dahi göstermeden soruşturma izni vermeme ya da işleme koymama kararları verilebilmektedir. Depremde yaşanan ölümlere ilişkin kamu görevlileri hakkında verilen işleme ko yamama, soruşturma izni vermeme gibi kararların yaşam hakkını ihlali ettiğini belirten Anayasa Mahkemesinin 2012/752 başvuru numaralı ve 17.09.2013 tarihli Serpil Kerimoğlu ve diğerleri kararına ve yine AİHM’nin 14350/05, 15245/05 ve 16051/05 başvuru numaralı Özel ve diğerleri/ Türkiye kararından yararlanılabilecektir.’